Fatih'in Gözyaşları
Kahraman, tarihin en esaslı malzemesidir. Tarih kahramanlarla yükselip, kahramanlarla düşer. Kahramanı olmayan bir milletin tarihi büyük ve geniş de olsa sığ, durgun ve bataklık bir göl gibidir.Tarihimizin, kahramanların cirit attığı, sıra sıra geçit yaptığı bitevi ve her yeri zirvedir. Buna bütünüyle" Kahramanlar Tarihi" demek yerinde olacaktır. Böyle bir tarihin tohumu güçlü, toprağı münbittir. Mete desen Kürşad'ın, Atilla desen adı gibi arslan Alparslan'ın, Fatih desen Cihangir Yavuz'un sesi yükselir. Yunus desen, Mevlana desen dağlar taslar dile gelir.
Çanakkale'de Kore'de, Kıbrıs'ta vatan müdafaasına giden kahramanların uğultusu işitilir. Antep'te Şahin Bey, Kahramanmaraş'ta Sütçü İmam, İzmir'de Hasan Tahsin doruklaşır, İstanbul'da Fatihler Fatihi, UIubatlı Hasan'ımla kucaklaşın "Ya ben İstanbul'u ya da İstanbul beni alır" diyen Fatih; Dünya imparatorluğunun merkezi İstanbul'u tam 53 gündür muhasara altında tutmaktadır.
Nice imparator ve hükümdarların ele geçiremediği boynu bükük ayrıldığı bu cennet belde bir an önce hakiki efendisine kavuşmak için çırpınmaktadır. 28 Mayıs'ı 29 Mayısa bağlayan gecenin sabahına doğru, mehter "Gülbanklar" vurmaya koyulmuş, Haliç mum ışığı içinde kendinden geçmiş, tekbir sesleriyle dalga dalga yıkanmakta ve yeni bir günün doğusunu beklemektedir.
Uzun boylu, yirmi yaslarında var yok olan Hasan, kalkanı basına siper yapmış, kendisini takip eden otuz kadar yiğitle ileri atılmıştı. Üzerlerine ok ve tas yağmur gibi yağıyordu. Elden ele uçurulan sancak Ulubatlıya kadar gelmişti ve Hasan sancağı çıktığı burcun üzerine dikmişti. Bu sırada insan gövdesi büyüklüğünde bir tas cengaverin bası ve sırtı üzerine düşmüştü.
Bu arada vücudunun çeşitli yerlerine 30 kadar ok saplanmıştı. Hasan son nefesini vermeden önce burç
üzerinde sallanan bayrağa baktı. Dudaklarında beliren bir tebessüm ile görevini yapmış insanların huzuru içinde ruhunu teslim etti. Ulubatlı Hasan'ın sehit olmadan diktiği bayrak Türk askerlerini coşturmuş, hedefleri birer birer ele geçirerek bir sel gibi sehre akmaya başlamışlardı.
Fatih, sabah namazını henüz kılmıştı ki, sanlı sancağımızın Topkapı surları üzerinde dalgalandığını görünce sevinç ve şükür gözyaşları dökmeye başladı. Sancağı surlara diken yiğidin bir an önce bulunup huzuruna getirilmesini emretti. Fakat huzura getirilen Hasan'ın oklarla delik deşik olmuş cansız vücuduydu. Dizlerinin bağı çözülen Fatih güçlükle cesedin üzerine eğildi. Hasan'ın kana bulanmış boynunda sallanan künyesinin
üzerindeki "Hasan oğlu Hasan Ulubat" kaydı Fatih'i heyecanlandırıp kendinden geçirdi ve o anda babasının vasiyetini hatırladı, Hünkâr mübarek cesedin üzerine kapanarak:
"Şehit oğlu şehit. Ben seni yıllar yılı aradım. Sonunda böyle mi bulacaktım" diyerek hüngür hüngür ağladı.
Fatih Sultan Mehmet Han Caminin sütunlarını kestiren mimarın ellerinin kesilmesini ferman eder. Mimarın elleri kesilir. Mimarda davacı olur. Fatih kadının huzurana çıkar. Oturmak isteyince Sarı Hızır Efendi:
"Oturma beyim der. Hasmınla ser'i yüzlesme yapılacığından onunla birlikte ayakta dur."
Mimarbası davasını anlatır. Elleri kesildiği için geçim derdine düstüğünü söyler. Kadı, Fatih'e döner. "Beyim söhret afettir. Cami sahrada da olsa, alçak da olsa ibadete mani değildir. Senin tasın cevahir bile olsa kıymeti
yine bir tastır. Böyle bir adam kırk yılda yetisir. Sinirlenip ellerini kestirmissin? Çoluk çocuğunun geçimi ser'an senin üzerinedir.
Ne dersin beyim? Eğer bu mimar senden geçim için nafaka talep edeceğine ellerini kesilmesini isteseydi, ser'i Şerife uygundur diye ellerinin kesilmesine hükmederdim." Fatih devlet hazinesinden geçimi için kafi derece aylık verileceğini söyleyince kadı Sarı Hızır:
"Devlet hazinesine zarar veremezsin. Çünkü kabahat senindir sen kazancından günde onar akçe vereceksin" Fatih mimara yirmi akçe vermeyi kabul eder ve Azatlı Sinan hakkını dünya ahirette helal eder.
Dava bittikten sonra Kadı, Fatih'e:
"Padişahım ser'i şerife hoş geldin. Daha önce davacın vardı. O zaman şeriat huzurunda beraber durmamız gerekirdi" dedi.