nehir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Tuna Nehri Akmam Diyor

    Tarihimizde "93 Harbi" diye geçen 1877-1878 Türk-Rus Savaşı, tarihimizin dönüm noktalarından biridir. Ruslar doymak bilmez bir iştah ile Türk topraklarını yutmak, Deli Petro'nun vasiyetini adım adım uygulamak için bir daha üzerimize çullanmışlardı.

    "Hanların Gül bahçesi" Kırım, Karadeniz'in kuzey ve doğu kıyıları elden çıkmıştı. Türkiye her zaman olduğu gibi yine yalnız başınaydı. Ruslar'ın ılık sulara inmesiyle dünya dengesinin altüst olacağından
korkan devletler araya girdiler. Çetin pazarlıklar yapıldı. Çar II. Aleksandır, Türkiye'nin bir parçası olan Karadağ prensliğine "Niksik" kazasının verilmesi karşılığında savaşı önleyeceğini bildirdi.

    Devlet adamlarımız bu teklifi şiddetle reddettiler. İngiliz yardımı da akim kaldı. Osmanlı Devleti Rus devi ile yalnız başına kaldı. Rusya bu savaşta tek başına değildi: Yunanistan, Sırbistan, Karadağ ve Romanya gibi dört Balkan devletini de yanına almıştı.

    Ruslar çok geçmeden iki ana koldan batıdan ve doğudan Türk topraklarına girdiler. Fakat Plevne'de öyle bir kayaya çarptılar ki neye uğradıklarını şaşırdılar. Bu yalçın kayanın basında Gazi Osman Pasa bulunuyordu.
I ve II. Plevne savaşında yenilen Çar II. Aleksandır ve 102 kardeşi Grandük Nikola, son Rus ihtiyatlarını Plevne önlerine getirmişlerdi. Ruslar'ın elinde artık bir şey kalmamıştı.

    Ne varsa Türk cephesine sürmüşlerdi. Bununla da yetinmeyen Çar, 50.000 kişilik Romen ordusunu, Romanya prensi I. Karol'i imdada çağırıyordu:

     Osman Pasa 3500 şehit ve yaralı vermesine rağmen, düşmana ağır çok ağır bir darbe vurmuştu. 15.553 ölü veren Rus ve Romenler, taarruzlarını durdurmaya mecbur oldular. Türk ordusu yardım alamamak bir yana, açlık ve sefalet içinde çırpınıyor, fakat buna rağmen düşmana aslanlar gibi karsı koyuyordu.

    Müdafaanın son haftalarında askere ancak 100 dirhem ekmekle bir mısır koçanı veriliyordu. Asker bu
koçanları su bulursa kaynatarak yiyordu. Düşmanın muhasara hattı "Bas Tabya" ve "Kara Tabya" adındaki Türk siperlerine 5-6 adım kadar yaklaşmıştı. Öylesine ki, her iki taraf atesin hafiflediği sıralarda birbirlerine laf atarak yarenlik ediyordu.

    Bu arada fedakâr bir köylü kadın bir bakraç yoğurt yapmış ve Osman Pasa'ya getirmişti. Büyük kumandan da bu yoğurdu, Bas Tabya'daki askere göndermişti. Bu bakraç, Mehmetçiklere sanki cennetten gelmiş gibi oldu.

    Atesin kesildiği bir anda basına çökerek kasıklarını daldıracakları sırada düşman siperinden bir Rumen askeri Türkçe: "Nasılsınız Türkoğlu.... ekmeğiniz, peksimetiniz var ?" diye seslendi

    Ahmet Çavuş: "Var ya.. Var ya" diye cevap verdi.
Romanyalı: "İnanmam, bak ben sana kralımızın gönderdiği peksimetlerden atıyorum, sen de sizinkilerden at da inanayım" diye bağırdı ve nar gibi bir peksimeti fırlattı.

    Ahmet Çavuş bakraçtan kasıklarını çeken arkadaşlarının yüzündeki asil kararı anladı, bakracı alarak:
bakracı düşman siperlerine fırlattı. Sonra ne mi oldu? Son bir teşebbüste bulunan Osman Paşa sol dizinden yaralanarak esir düştü.

    Çar II. Aleksandr, Paşa'nın elini sıkarak kahramanca savunmasından dolayı tebrik etti. Paşa'nın harp esiri muamelesine tabi tutulmaksızın Rusya'ya sevk edilmesini emretti. Bu suretle, birçok Rus şehirlerini geçen, her şehirde askeri törenle karşılanan Osman Paşa daha sonra İstanbul'a uğurlandı.

    Harbin sonunda bugün üzerinde milyonlarca insanın yasadığı büyük ülkeler bıraktık. Yeşil köy (Ayastafanos)'a kadar gelen ve Türk topraklarını çekirge sürüsü gibi çiğneyen Ruslar büyük zulümler yaptılar. Rumeli'nin birçok yerlerinde Rus kılıcından kurtulan bir milyondan fazla Türk, asırlık ecdat yadigârı yurtlarından ve her şeylerini bırakarak İstanbul'a ve oradan çeşitli yerlere akıp gittiler. Bu Türk'ün ne ilk ne de son göçüydü.