Şehvet Düşkünü Neron

    Neron'dan nefret etmekte haklısınız. Neden derseniz: bayağı, zalim, açgözlü, bencil, şehvet düşkünü ve cahildi. Diğer bir deyişle, biraz daha kötü olan tipik bir imparatordu.

    Ama kötülüğüne rağmen, tümden de kötü değildi. Doğru annesini öldürmüştü. Ama hakkını vermek gerek, babasını öldürmemiştir. Evet, ilk karısını öldürmüştür. Ama bildiğim kadarıyla yattığı kadınların tümünü öldürmüş değildir. Bir tapınak bakiresinin ırzına geçmiştir. Ama diğer beşine parmağını bile dokudurmamıştır.

Sanat Tarihi

    İlk Çağ’da Anadolu’da Hitit, Frig, Lidya ve Urartu devletleri kurulmuştur. Hititler Orta Anadolu, Frigler ise Van Gölü çevresine yerleşmişlerdir. Başkentleri Hattuşaş olan Friglerde surlar, kapılar, sfenksler, tapınaklar ilk göze çarpan mimari eserlerdir.

    Hitit mimarisinde tapınaklar çok önemli bir yer tutar. Tapınak ve surlarda taş bloklardan oluşan orthostatlı duvarlar bulunur. Yapılarda iri taşlar, kerpiç tuğlalar, çatılarda ise ahşap malzeme kullanılmıştır. Alacahöyük’teki sfenksli kapı, Yazılıkaya Açık Hava Tapınağı’ndaki kabartmalar Hitit heykel ve kabartma
sanatında önemli eserler arasında sayılmaktadır. Maden işçiliği çok ilerlemiştir.

    Mühürler, keramikler, hayvan şekilli kaplar Hitit sanatının önde gelen sanat eserleridir. Kaya kabartma sanatı geleneğinin en anıtsal örneği İvriz’deki kabartmadır. En parlak dönemini Kral Midas döneminde yaşayan Frigler, başkentleri Gordion’u megaron planlı olarak inşa etmişlerdir. Friglerin tümülüs adı verilen mezar odaları arasında en büyüğü Gordion’daki “Büyük Tümülüs”tür.

    Frig heykelleri kireçtaşı, fildişi ve ağaçtan yapılmıştır. Bunların içinde en güzelleri ana tanrıça Kybele adına yapılmış olanıdır. Tümülüslerden çıkan mobilyalar, kemer tokaları, kilimler dönemin ticari malları arasında yer almaktadır. Seramikler ise geometrik şekiller ve çeşitli hayvan figürleriyle süslüdür. Fibula adı verilen süslü çengelli iğneler tapınaklara ve mezarlara adak eşyası olarak konulmaktadır.

    Lidya uygarlığının en büyük özelliği ilk kez parayı kullanıma sokmuş olmalarıdır. Başkentleri Sardes’ta resmi daireler, saraylar, pazar yerleri şehrin güçlü ekonomisinin mimariye yansımasının göstergeleridir. Sardes’taki Kybele tapınağı bilinen en güzel örneklerden biri olarak kabul edilmektedir. Lidya tümülüslerinde zengin ölü hediyeleri bulunmuştur.

    Lidya maden sanatının benzersiz örnekleri içinde altın, gümüş kaplar, takılar ve mühürler önemli bir yer tutmaktadır. Tümülüslerdeki heykellerde Doğu ve Batı etkilerinin kaynaştığı görülmektedir. Uşak Müzesi’ndeki sfenks heykelleri, ayakta duran kadın, uzanmış keçi ve insan başı heykelleri Lidya heykel sanatının dikkat çekici örneklerindendir.

    Urartu sanatı ise, çok sütunlu “apadana” adı verilen kabul salonları ile yüksek kalelerle özdeşleşmiştir. Urartularda tunç işçiliği gelişmiştir. Eserler arasında kanatları kartal, gövdesi aslan biçimli grifonlar, geyik kabartmaları, aslan heykelcikleri sayılabilir. Hitit, Frig, Lidya ve Urartu devletlerine ait sanat eserlerini kazı yerlerinde ve müzelerimizde görebiliriz.

    Yunanlılar Batı Anadolu’da Efes, Milet, Foça, Bergama ve İzmir gibi kentlerde; Romalılar Yunan uygarlığının yaşam alanı seçtiği yerlerde; Bizanslılar ise, daha çok sayıda olmak üzere İstanbul, Kapadokya bölgesi ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinde kendi kültürlerini yansıtan yapılar inşa etmişlerdir. Yunan mimarisinde polis denilen kentler birbirine paralel ve dik sokaklardan oluşan ızgara planla yapılmıştır.

    Yunan kentlerinin merkezinde megaron yapılı tapınaklar, Pazar yerleri (agora), müzik evleri (odeon), kütüphaneler, stadyumlar (stadium), spor yapılan yerler (gimnasium), çeşmeler (nymphaeum) bulunuyordu. Tepe yamaçlarına inşa edilen taş tiyatrolar kentlerin vazgeçilmez mimari eserleri arasındaydı.

    Yunan mimarisinde yapı tipleri içinde önemli yeri olan tapınak mimarisinin bütün özelliklerini Anadolu’da görmekteyiz. Dor nizamındaki en önemli örnek Assos’taki (Behramkale) Athena Tapınağı’dır. İyon nizamının en bilinen örneği Efes Artemis Tapınağı’dır. Dünyanın yedi harikasından biri olan Halikarnasos’taki (Bodrum) Mousolos (Movzolos) İyon nizamında yapılmıştır.

    Korent nizamında ise Silifke Uzuncaburç’taki Zeus Tapınağı Anadolu’daki en önemli örnekler içinde yer almaktadır. Yunan kabartma ve heykel sanatı; Arkaik dönem, Klasik dönem ve Helenistik dönemler içinde incelenmektedir. Anıtsal heykel sanatının ortaya çıktığı dönem olarak adlandırılan Arkaik dönemde özgün eserler yapılmış, vücut anatomisi mükemmel biçimde işlenmiştir.

    Klasik dönemde Miron (Disk Atan Atlet heykeli), Fidyas (Athena heykeli), Praksiteles (Çocuk Diyonizos’u Kolunda Taşıyan Hermes) Polykleitos (Mızraklı Atlet) Leachares (Belvedere Apollon’u), Skopas (Mouseleum’daki heykel ve kabartmalar) en önemli sanatçılardır.

    Gerçekçi karakter portrelerinin görüldüğü Helenistik dönemde Bergama Okulu’nun etkileri vardır. Lysippos (Atlet Heykeli) ve Laokoon Heykel Grubu bu döneme ait ünlü eserlerdir. Mimari eserlerin alınlıklarında, metoplarında, frizlerinde kabartmalara yer verilmesi bu sanatın önemli bir yere sahip olduğunun göstergesidir.

    Ağlayan Kadınlar Lahdi önemli örnekler arasında sayılmaktadır. Kendini öncelikli olarak mimaride gösteren Roma sanatı, kemer ve kubbe tekniğinin geliştiği tapınak, tiyatro, stadyum, hipodrom, forum, bazilika, su kemeri, tak, sütunlu cadde, saray, arena, ev ve kütüphanelerden oluşmaktadır.

Mühürler

    Hitit uygarlığından günümüze ulaşan belgeler içinde mühürlerin özel bir yeri vardır. Mühürler üzerinde sadece Hitit memurlarının veya herhangi bir unvana sahip olmayan erkek ve kadınların adlarının yazıldığı hiyeroglif işaretleri değil dekoratif malzeme olarak, insan ve hayvan tasvirleri bulunur.

    Bunların Hititlerin ürettiği heykelcikler ve kabartmalar dışında görsel sanat ürünlerinin en güzel ve en fazla sayıdaki örneklerini oluşturur. Ayrıca, Hitit yazılı belgelerinde okuduğumuz birçok dini ritüelin resim olarak anlatımlarını içerirler. Bu sahnelerde metinlerden sadece adlarını bildiğimiz birçok kült eşyasının, mobilyanın giysinin ve çanak çömlek türünün, bazı bitki ve hatta ekmek cinsinin yer alması sayesinde Hitit maddi kültürüne ait bilgilerin bir kısmını da mühürlerden öğreniyoruz.

    Güvenlik garantisi işlevine sahip mühürler yazılı belgeden çok bir kap, bir paket ya da bir mekanın içeriğinin güvenliği anlamına gelir. Bu uygulama, kurşun posta mühürleri ile günümüze kadar sürmüştür. Kil tabletlerin üzerine çivi yazısı ile yazılmış belgelerin mühürlenmesi, bunların üzerine mühür batırılması sonucu, mühür yüzeyine kazınmış işaretlerin ya da bitkisel, geometrik süslemelerin tablet üstüne kabartma olarak aktarılması anlamına gelir.

    Hitit mühürleri çivi yazısı ve hiyeroglif ile yazılıyordu. Ancak çivi yazısı kullanımının sadece kral, kraliçe ve bazı kral ailesi üyelerinin mühürlerine özgü bir ayrıcalık olduğu anlaşılır. Genel olarak memur ve halk mühürlerinde sadece hiyeroglif yazısı yer almaktaydı.

    Unvanlı ve unvansız kişilerin mühürlerinde sadece hiyeroglif kullanılması ve böyle mühürler içeren bullaların tahta tabletlere bağlanmış olması halka açık yerlerdeki anıtlar üzerinde de yalnızca hiyeroglif yazıtların bulunması Hititler döneminde yaygın olan yazı sisteminin uygulandığını ortaya koyar. Çivi yazısı ve Hititçenin resmi yazı ve dil halinde kaldığı görülür.

Ayasofya

    Justinyanus’un Nika Ayaklaması’nın Ardından (537)’de dönemin ünlü mimarları Aydınlı Anthemios ve Miletoslu İsodoros’a yaptırdığı Ayasofya, Bizans mimarlığının başeseridir.İmparatorluk saygınlığının önemli bir simgesi olan masif kubbeli yapı, Roma İmparatorluğu’nu hatırlatan ölçülerde inşa edilmiştir.

    İmparatorluk gücünün silinmez bir ifadesi olan Ayasofya, bazilika planı ile merkezi planın birlikte uygulandığı, kubbeli bazilika tipinde bir yapıdır. Kubbe geçişi ve taşıyıcı sistem özellikleriyle mimarlık tarihinde bir dönüm noktasıdır. Bu çağdaşlarından büyük övgü kazanmış inanılmaz bir teknik başarıdır.

Orta nefin yarısını örten ana kubbe doğu ve batısına eklenen yarım kubbelerle genişletilmiştir. Doğu tarafında yarım bir apsis yer almıştır. Yan nefler ve narteks bölümü iki katlı yapının inşaatında taş, tuğla ve mermer kullanılmıştır. Yapıda Mısır’dan devşirme sütunlar getirilmiştir.

    1453 yılında Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u feth etmesiyle camiye çevrilen yapıya Yavuz Sultan Selim zamanında Mimar Sinan tarafından payandalar yapılmıştır. Sultan Abdülmecid’in girişimiyle 1847-49 yılları arasında Gaspare ve Giuseppe Fossati adlı mimar kardeşlerin liderliğinde 800 kişinin çalıştığı bir restorasyon gerçekleştirilmiştir.

    Bu benzersiz yapı 1935 yılında Mustafa Kemal Atatürk tarafından müzeye dönüştürülmüştür. Bizans mimarlığının başyapıtı olan Ayasofya mozaiklerinin yapımında altının yanı sıra gümüş, renkli cam, pişmiş toprak ve renkli taş parçaları kullanılmıştır.

    Ayasofya’nın içinde yer alan mozaik resimlerde İsa, Meryem Ana, havariler, imparator ve imparatoriçeler,
melekler yer almaktadır. Ana kubbenin ağırlığını azaltmak ve iç mekanı aydınlatmak amacıyla kırk pencere
açılmıştır. Duvarlardaki boş taş çerçevelerde Bizans dönemine ait İkonalar bulunuyordu. Ayrıca imparatoriçe locasının ilerisindeki mermer bloklarda yaşam ağacı, balık gibi sembolleri içeren küçük kabartmalar vardır.

    Anadolu’da çok tanrılı dinlere ait tapınaklar bazilikaya çevrilmiştir. Bunlara örnek olarak Apollon Tapınağı Didim, Zeus Tapınağı (Uzuncaburç), Side Bazilikası, Demre Aziz Nikolaos (Noel Baba), Dereağzı Kiliseleri, Antalya Kesik Minare, Perge ve Side kentlerindeki Bizans kiliseleri, Binbir Kilise (Karaman) gösterilebilir.

Trabzon Maçka'da Karadağ’ın eteklerinde sarp bir kayalığa Meryem Ana adına kurulmuş Sümela Manastır’ının başlıca bölümleri ana kayalar kilisesi, şapel, mutfak, misafirhane, kütüphane,öğrenci odaları ile
kutsal ayazmadan oluşmaktadır.

    Günümüzde müze olan Sümela Manastır’ındaki fresklerde işlenen başlıca konular İncil’den alınmış sahneler, Hz. İsa ve Meryem Ana’nın yaşamıyla ilgili tasvirlerdir.

Bozkırda Bir Medeniyet

Asya Kıtası, üzerinde taşıdığı insan varlığı dolayısıyla dünyanın en eski kültür ve medeniyetlerine de mekan teşkil etmiştir. Bu medeniyetlerden birisi de kıtanın ortasında doğup gelişen bozkır medeniyetidir.

    Milattan önce dördüncü yüzyıldan itibaren ortaya çıkan bu medeniyetin kurucuları Türkler olmuştu.  Pek çok kültür tarihçisinin bölgenin özelliğinden dolayı “bozkır kültürü” dediği bu gelişmişlik, tam anlamıyla bir medeniyettir. Zira “gök tanrı dini” denilen bir inanç sistemi çok geniş bir alanı tesiri altında tutuyordu.

    Türkler, Moğollar ve Çinlilerin bir kısmı bu dindendi. Ayrıca “töre” denilen hukuk sistemi de aynı şekilde çağın en gelişmiş toplum düzenlerinden birini ortaya çıkarıyordu. Bu medeniyetin en temel özelliklerinden birisi “at “a hükmetmesiydi.

    Savaşta at, en önemli hareket, sürat ve manevra vasıtası iken, barışta da yine en hızlı binek aracı oluyordu. Orta Asya bozkırlarının atlı kavimleri, o tarihlerde dünyanın en hızlı ve en hareketli insanlarıydı.

Türklerin Kullandığı İlk Takvimler

    Türklerin kullandığı ilk takvim, Güneş yılına göre olan ve yılları hayvan isimleriyle belirten on iki hayvanlı Türk takvimidir. İslamiyet’in kabulünden sonra Hicri takvimi kullanmaya başlamışlardır. Büyük Selçuklular zamanında Celali takvimi kullanılmıştır.

    Bu takvim Melikşah’ın emriyle Ömer Hayyam başkanlığındaki bir komisyon tarafından hazırlanmıştır. Osmanlılar, Hicri takvimin yanında mali işlerde kullanmak üzere güneş yılına göre düzenlenen Rumi takvimi de kullanmışlardır.1917 yılında ise Takvim-i Garbi adıyla Miladi takvime yakın bir takvim kullanılmıştır.

    Kullandığımız gün ve ayların isimleri tarihte ilişkiler kurduğumuz kültürlerle ilgilidir. Bu bakımdan günümüzde kullandığımız zaman dilimlerinden gün hafta ve ay isimlerinin nereden geldiği ve anlamları şöyledir:

    Pazar, Farsça kökenli olup “pazara gidilen gün” anlamına gelir. Pazartesi, Farsça bazar ve Türkçe irte kelimelerinin birleşmesi ile oluşmuştur. Salı, İbranicede üç, üçüncü anlamına gelen “salis” kelimesinden gelir. Çarşamba, Farsçada “dördüncü gün” anlamına gelmektedir. Perşembe, Farsçada “beşinci gün” anlamına gelmektedir. Cuma, Arapçada “toplanma, bir araya gelme” anlamına gelmektedir. Cumartesi, Arapça Cuma ve Türkçe irte kelimelerinin birleşmesi ile “cumadan sonraki gün” anlamında kullanılmaktadır.

Zaman dilimlerinden bir diğeri olan “hafta” Farsça yedi anlamına gelen “heft” kelimesinden türetilmiştir. Yedi gün anlamına gelir. Kullandığımız ay adları ve kökenleri şu şekildedir:

    Ocak, Türkçede “ateş yakılan yer” anlamına gelir. Eski ismi Kanun-i Sanidir. Kanun Süryanicede “ocak, fırın” anlamlarına gelmektedir. Latince karşılığı Januarius’tur.

    Şubat, Süryanicede şobat ya da şabat şeklinde bir ay adı olarak kullanılmıştır. Latince karşılığı Februarius olup adını günahlardan arındırma festivali Februa’dan almıştır.

    Mart, adını Romalıların savaş tanrısı Mars’tan almıştır. Latincede aynen kullanılır. Mart 1582 yılına kadar güneş yılı esaslı takvimin ilk ayı olarak kullanılmıştır. Ancak 1582’de Papa XIII. Gregorius’un yaptığı düzenleme ile ilk ay Ocak olarak belirlenince Mart 3. ay olmuştur.

    Nisan, Süryanice nisanna, nisannus olarak kullanılan yılın dördüncü ayı manasındaki ay adıdır. Latince karşılığı güneşlenme anlamındaki Aprilius’tur. Aprilius güzellik tanrıçası Afrodit’in ayı olarak bilinir.

    Mayıs, Latince kökenli kelime Merkür’ün annesi Maia’dan adını alır. Latincede karşılığı Maius şeklindedir. Maia aynı zamanda mitolojide bitkileri büyüten bahar ve bereket tanrısının adıdır.

    Haziran, Süryanicede sıcak anlamına gelen ve hazaran, hazuran olarak kullanılan ay adıdır. Latince karşılığı Junius olup “gençlik, genç”, anlamına gelmektedir.

    Temmuz, Sümerlerin bereket tanrısının adı olup Arapça ve Süryanicede kullanılmıştır. Sümercede festivallerin adı “Dumuzi “olup festival ayı anlamında kullanılmıştır. Latincedeki karşılığı Julius’tur. Roma kralı Sezar takvimle ilgili düzenleme yaparken bu aya kendi aile adı olan Juli’yi vermiştir.

    Ağustos, Latince kökenli olup adını Roma İmparatoru Octavianus’un unvanı Augustus’tan almıştır.

    Eylül, Süryanicede “üzüm ayı” anlamına gelen ay adıdır. Süryaniceden aynen alınmıştır. Latince karşılığı yedinci ay anlamında september’dir.

    Ekim, Türkçe ekmek kelimesinden anlam kaymasına uğratılarak ay adı olarak kullanılmıştır. Eski adı Süryanice kökenli Teşrinievveldir. Latince karşılığı sekizinci ay anlamında October’dır.

    Kasım, Arapçada ayıran bölen anlamındaki kelimeden türetilmiştir. Eski adı Süryanice kökenli Teşrinisanidir. Latince karşılığı dokuzuncu ay anlamında November’dir

    Aralık, Türkçede iki zaman dilimi arası anlamında kullanılmış ve son ay adı olarak kullanılmıştır. Eski adı Kanun-ı evveldir. Latince karşılığı onuncu ay anlamında December’dir.

    Yılın 12 aya bölünmesi Roma Devletinde Sezar döneminde düzenlenmiştir.

Roma Sanatı

Roma sanatının kökleri Etrüsk ve Helenistik döneme kadar gitmektedir. Helenistik çağın bitmesi sonucu sanatın yeni merkezi Batı Anadolu ve Yunanistan’dan Roma’ya kaymıştır.

    Roma tarihi, Cumhuriyet Dönemi (M.Ö. 509-31) ve İmparatorluk Dönemi (M.Ö. 31-M.S. 476) olmak üzere iki dönemdir. Birinci dönem genişleme, devleti güçlendirme ve fethedilen ülke kültürlerinin, sanat eserlerinin Roma’ya getirilme dönemidir.

    İmparatorluğun büyümesi, Mısır’ın alınması, Yunan klasik sanatının benimsenmesi, Yunan heykel ve resimlerinin kopya edilmesi ise, ikinci dönemin en belirgin özelliğidir”. 500 yıla yakın süren Roma İmparatorluğu'nun Cumhuriyet Dönemi'nin sınırları Atlas Okyanusu’ndan, doğuda Fırat Nehri’ne kadar bütün Akdeniz ülkelerini kapsıyordu.

    M.Ö. 395 yılında ikiye ayrıldı. Batı Roma M.S. 476, Doğu Roma (Bizans) 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul'u Osmanlı topraklarına katmasıyla tarih sahnesinden çekildi.

Korint Nizamı

    M.Ö. 5. Yüzyılda Dor ve İyon üslubunun görüldüğü bölgelerde karşımıza çıkar. Dor ve İyon nizamlarından daha geç bir dönemde ortaya çıkmıştır. İyon nizamıyla karşılaştırıldığında en büyük fark sütun kaidesinde ve başlığında görülür.

    Korint sütun kaideleri daha çok, daha ince işlenmiştir. Süsleme ögelerinden bir başkası da kenger yaprağıdır. Korint nizamı, önceleri yapıların iç kısımlarında kullanılırken, sonradan dışarıda da kullanılmaya başlanmıştır. Silifke yakınlarındaki Uzuncaburç- Zeus Tapınağı Atina’daki Zeus Olimpos Tapmağı bu nizamın örnekleri arasında yer almaktadır.

    Belirttiğimiz üç nizamdan başka, merkezi Bergama olan Eol(Aiol) nizamı bulunmaktadır. İyona yakın olan bu nizam dışında Karyatit nizamı da vardır.

İyon Nizamı

Anadolu'nun batı ve güney kıyılarında ortaya çıkıp gelişmiştir. İyon nizamının ilk örneklerine M.Ö. 6. yüzyılda rastlanır. En güzel örneği iki Giritli mimar tarafından yapılan Efes ‘teki Artemis Tapınağı’ dır.

    Tapınaklar basamaklı bir zemin üzerinde bulunur. İyon nizamı daha ince ve zariftir. İyon sütunları döşeme düzeyine yerleştirilen kaideler üzerine oturtulmuştur. Gövdeleri ince yivlerle süslüdür. Önden bakıldığında sütun başlıklarının iki yanında volüt adı verilen helezonik iki kıvrımın arasında zarif bezemeler vardır.

    İyon tapınakları Dor nizamındaki tapınaklara göre daha ince ve yüksektir. Arşitrav tek bloktan oluşmuştur.
Dor nizamındakine göre Abaküs daha incedir. Frizin üstünde süslü ikinci bir friz daha bulunur. Efes’teki Artemis Tapınağından başka ülkemizde M.Ö. 5. Yüzyıl ve Helenistik dönemde İyon nizanunda yapılan Priene
(Güllübahçe), Athena Tapınağı, Milet yakınlarında ki Didim-Apollon Tapınağı, Teos (İzmir), Dionysos, Sard Artemis Tapınağı örnek gösterilebilir.

Halikarnassos’taki (Bodrum) Mousoleium ise İyon nizamında inşa edilmiş mezar anıtlardandır. Anıtta çatının üzerinde dört atın çektiği bir arabada Mousollos (Mauzülos) ile eşi Artemisia (Artemizya)’nın heykelleri yer almaktadır.

Dor Nizamı

Örneklerine M.Ö. 7-5. yüzyılda Güney İtalya, Yunanistan, Anadolu ve Sicilya'da rastlanır. Tapınağın döşeme tabanına, genellikle üç basamaklı merdivenle çıkılır. (krepis) Dor nizamında sütunların kaidesi olmadığı için doğrudan döşeme tabanına oturtulmuştur. (stilobat)

    Sütun başlığı yuvarlak bir yastık (ekhinos) ile üzerindeki dört köşe plakadan (abakus) oluşmuştur. Sütun başlıkları birbirine arşitrav dediğimiz düz taş bloklarla bağlanmıştır. Arşitravın üzerinde aralık olarak sıralanmış üç düşey yiv (triglif ) ve üzeri kare kabartmalarla süslü boşluklar (metop) yer alır.

    Tapınağın kısa kenarlarındaki üçgen alınlıklar heykel ve kabartmalarla süslenmiştir. Sütunlar belli bir oran içinde en alttan en üste doğru giderek incelir. Çatının kenarlarında su olukları (sirna) vardır. Dor tapınakları basık ve ağır görünümlüdür. Yapının saçak görevini Frizin üzerinde uzanan korniş üstlenmiştir.

    Çatı, tapınağın iki cephesinde birer alınlık meydana getirecek şekilde meyilli olarak yapılmıştır. Alınlıkların tepe ve köşelerine heykeller yerleştirilmiştir. 5. yüzyılın en güzel Dor tapınağı, içinde heykeltıraş Fidyas’ın yaptığı yüksekliği 12 metreyi bulan Athena heykelinin bulunduğu Atina Akropol’ündeki Parthenon
Tapınağı’dır.

    Korfu Adası’ndaki Artemis Tapınağı ile Assos  Athena Tapınağı Anadolu’da Dor nizamına örnektir.

Heykel Sanatı

    Lidyalılar parayı icat ederek insanlık tarihinin en önemli buluşlarından birini gerçekleştirmişlerdir. Lidya’nın İlk Çağ dünyasının en zengin ülkesi olmasının bir nedeni de, başkentleri Sardes’ten geçen ırmağın alüvyonları içindeki altın olmuştur.
   
    Alyattes’in ölümünden sonra Lidya tahtına geçen Kroisos, akıl almaz zenginliği ile “Karun kadar zengin” deyimini günümüze kadar taşımıştır. Tarihin ilk parası altın ve gümüş karışımından elde edilen elektron denilen madenden basılmıştır.

    Bu paraların üzerlerinde hayvan kabartmaları yer alıyordu. Toptepe, İkiztepe ve Aktepe’den çıkarılarak kaçırılan, Karun hazineleri olarak adlandırılan Lidya maden sanatının benzersiz örnekleri olan altın, gümüş kaplar, takılar, mühürler önemli bir yer tutar.

    Lidya uygarlığında gelişmiş bir heykel sanatı vardır. Lidya tümülüslerinde bulunan mermer heykellerde Doğu ve Batı etkilerinin kaynaştığı görülüp Batı Anadolu’da yuvarlak motifler yerlerini köşelilere bıraktığı “geometrik dönem” başlar. Bu dönemi seramikte Doğu stili (oryantalizm) ile siyah ve kırmızı figür tekniklerinin
uygulandığı dönem izler.

    Uşak Müzesi’ndeki Lidya hazinesinde koltuk dayanağı olan sfenks heykelleri süs eşyası olarak kullanılan ayakta duran kadın, uzanmış keçi ve insan başı heykelleri Lidya heykel sanatının dikkat çekici örneklerindendir. Sardes’te bulunan mermer tapınak modeli, kabartmalarla süslü olup o dönem heykel sanatının önemli örnekleri arasında yer almaktadır. Bu küçük tapınağın cephesinde ana tanrıça Kybele ve dans eden genç kız figürleri görülmektedir.

Kabartma Sanatı

    Hitit mimarisinde mimariye paralel gelişme heykel ve kabartmalarda da görülür. Alacahöyük’teki sfenksli kapı kabartmaları, Yazılı kaya Açık Hava Tapınağı’ndaki kabartmalar ve Yerkapı sfenksleri önemli örnekler arasında yer almaktadır.

    Hititlerde mimari ve kabartma sanatının en güzel örneklerinden biri orthostatlardır. Fildişi, tunç ve taştan heykelcik ve kabartmalar önemli bir yer tutarlar. Anadolu’da eskiden beri önemli bir yeri olan maden işçiliğini Hititler daha da geliştirmişlerdir.

    Hitit kabartma sanatı, küçük sanat eserleri arasında yer alan mühürlerde de görülür. Silindir veya düğme biçiminde yapılan mühürlerin üzerinde insan ve hayvan figürleri ayrıntılı bir biçimde işlenmiştir. Hitit keramikleri (çanak çömlekler) genellikle kırmızı renkli, düzgün yüzeyli ve bezemesiz kaplardır.

    Bilinen biçimlerin yanı sıra çift başlı ördek, antilop, boğa, kuş gibi hayvan şekilli kaplar da yapmışlardır. Ryton (ritın) adı verilen bu eserler dini törenler sırasında içki kabı olarak kullanılan kutsal eşyalar arasında yer alıyordu.

    Eski dönemlerin kaya kabartması geleneği, Genç Hitit Dönemi’nde de sürmüştür. Bunların içinde en anıtsal örnek, Konya yöresindeki İvriz’dedir. Kral Varpalavas’ın karşısında bir elinde başak demeti ve diğer elinde üzüm salkımı tutan bereket tanrısı durmaktadır.

Resim

    Mısır resim sanatı örnekleri içinde rastlanan fresko, yaş sıva üzerine yapılan duvar resimleridir. Figürlerin yüz ve bacakları yandan (profilden), gövdeleri ise önden görüldüğü haliyle çizilmiştir. Fresko (duvarı örten alçı tabakası yaş haldeyken ve madeni boyalarla yapılan resimler) resimlerde canlı renkler, insan, bitki ve hayvan figürleri dikkat çekici görünümdedir.

    Mezar duvarlarındaki resimlerin konuları ise tanrılar, dinsel törenler ve günlük hayat sahneleridir. Ayrıca çeşitli hayvanların da resmedildiği görülmektedir. IV. Amenhotep’in yaptırdığı Tep-el Amarna şehrindeki mezar anıtlarında görülen freskler insanı, bitki ve hayvan dünyası içinde canlı ve doğal bir şekilde yansıtmaktadır.

    Kitap ya da papirüsler ve mumya tabutlar üzerine yapılan resimler de Mısır resim sanatı örnekleri içinde yer almaktadır. Mısırlıların sahip oldukları büyük uygarlık ve yaşadıkları olaylar hakkındaki bilgileri eski Mısır yazısı olan hiyerogliflerden öğreniyoruz.

    Eski Mısır hiyeroglifi 1779’da Rosetta Taşı adı verilen, M.Ö. 196 tarihine ait bir kitabenin bulunmasıyla çözülmüştür. Gizemli, bilinmeyenli çizgiler, taslaklar, resimler, şifreler, işaretler, insanlar, hayvanlar, masal yaratıkları, bitkiler, meyveler, araçlar,taşlar, tahtalar papirüsler, silahlar, geometrik şekiller üzerinde bulunurlar.

    Birbirinden kolaylıkla ayırt edilebilen Mısır hiyeroglif yazısı yüzlerce sembolden oluşmuştur. Her işaretin belli bir sesi veya nesneyi simgelediği bu yazı soldan sağa, sağdan sola ya da yukarıdan aşağıya yazılabiliyordu. Hiyeroglif yazısı daha çok tapınak duvarlarında ve mezarlarda görülüyordu.

Tapınak

    Tapınaklar, eski Mısır mimarisinin en önemli yapılarından bazılarıdır . Eski Krallığın sonlarında özgün örnekler ortaya konmuş, Orta Krallık döneminde gelişerek en olgun biçimlerine ise Yeni Krallık zamanında erişmişlerdir. Çok sayıda ve büyük ölçekli yapılan tapınakların uzunlukları genişliklerinin iki katıdır.

    Bu tapınaklara iki tarafı sfenkslerle süslenmiş bir yoldan varılır. Giriş bölümünde pilon adı verilen iki
yüksek kule kapısı bulunur . Birbirine eşit aralıklı sütunların taşıdığı bir çatı ile örtülü hipostil adı verilen büyük
salonların gerisinde ise tanrı heykelleriyle hazinelerin bulunduğu odalar vardır.

    Kesme taştan yapılan duvarlar ve sütunlar kabartma resimler, oymalar, yazılar ve çeşitli şekillerle süslenmiştir. Tebai yakınındaki Karnak ve Luksor tapınakları bu üslubun en iyi sayılan örnekleri arasındadır. 18. ve 20. Hanedanlık döneminde Yeni Krallık’ın firavunları ve güçlü asilleri için inşa edilen mezarlar Krallar Vadisi’nde bulunmaktadır.

    Dağ yamaçlarına ve kayalara oyularak yapılmış tapınaklar da vardır. Kraliçe Hatshepsut’un ‘un Deyr -el
Bahri’de inşa ettirdiği tapınak bir kayalığın eteğinde kademeli biçimde yükselmektedir. Eser üç taraça ve en tepedeki taraçada bulunan asıl tapınaktan oluşmuştur.

    Tapınağın duvarları Kraliçe Haçepsut’un Punt ülkesine (Somali) yaptığı seferleri gösteren boyalı kabartmalarla süslenmiştir. Mısır’da kayalara oyularak yapılmış tapınaklara en güzel örnek, girişinde yükseklikleri 20 metrelik dört büyük firavun heykeli bulunan II. Ramses ve karısı Nefertiti’nin Nil kıyısındaki Abu Simbel Tapınağı’dır.

    Kraliçe Nefertiti’ye adanan tapınağın yapılma gerekçeleri arasında II. Ramses’in ülkesi Mısır’ın ne kadar güçlü olduğunu gösterme düşüncesi de bulunmaktadır. Abu Simbel’in duvarlarında ve heykellerin kaidelerinde II. Ramses’in kazandığı zaferler ve özelliklerinin anlatıldığı hiyegrolif yazıları bulunmaktadır.

    Assuan Barajı’nın yapımında Abu Simbel Tapınağı sular altında kalacağından tapınak, bulunduğu yerden şimdiki bölgeye taşınmıştır. Yekpare kayalar kesilip, sonra yeniden bir araya getirilmiştir.

Piramitler

    Mısırlılar, inanışları gereği ölümden sonra yaşamaya devam edebilmek için sonsuza değin vücudun korunabilmesi gerekiyordu. Bu nedenle inşa edilen mezarların zamana dayanabilmesi için taş malzeme kullanılıyordu. Piramitlere geçişin ilk adımı olan mastabalar, dikdörtgen biçiminde kerpiç ve taştan yapılmıştır.

    Üç bölümden oluşan bu mezar tipinde dua bölümü, ziyaret yeri ve yer altında ölünün bulunduğu bölüm vardır. Mısır’da yüksek düzeydeki devlet çalışanları, rahipler ve bürokratlar için yapılan mastabalar, kaya
ve toprak içine oyulmuş mezarların üzerine kurulmuştur.

    Mastaba duvarlarında yer alan resimlerde tohum ekme, balık ve kuş avı sahneleri vardır. Mısır piramitleri yeryüzündeki anıt kabirlerin en eskileridir. Bunların içinde Keops piramidi dış görünüşü ile de dünyanın en görkemli eserleri arasın da yer almaktadır.

    Firavun mezarı olarak inşa edilen yüzden fazla piramit içinde ilk biçimleri olan basamaklı tipe en eski örnek Sakkara’daki Firavun Coser (Zoser)’in piramididir. Piramitler, firavun mumyası ile eşsiz sanat eserlerini, kral-kraliçe heykellerini de içinde saklıyordu.
   
    Piramitlerin en eski şekilleri üst üste oturtulmuş taraçalardan oluşuyordu (basamaklı piramitler). Coser’in Sakkara’daki piramidinde firavun, kapısı süslü bir mezar odasında yatmaktadır. Beş basamaklı piramidin
kuzeyinde avlulu, küçük odaları dar girişleri olan bir tapınak vardır. Tapınağın içine Firavun Coser’in heykeli konulmuştur.

    Mumyalanmış ölüsü sağlığında kullandığı, kıymetli eşyalarıyla birlikte mezar odasında bulunmaktadır. Mısır’daki piramitler içinde en görkemlilerine örnek olarak Gize kentindeki Keops, Kefren ve Mikerinos’un
piramitleri gösterilebilir.

    Piramit gövdelerinin ana malzemesi dışta üzeri levhalarla kaplı blok taşlardır. İçte ise uzun koridorların sonunda içinde lahitin bulunduğu mezar odası bulunur. Gize piramitlerinin hemen yanında Firavun Kefren’i insan başlı, aslan gövdeli gösteren sfenks bulunmaktadır. Bu sfenks doğal bir kaya kütlesine oyularak yapılmıştır.

    Gize piramitlerinin etrafında firavun yakınlarının ve dönemin ileri gelenlerinin tuğla ve taştan yapılmış mezar anıtları yer almaktadır. Orta ve Yeni Krallık Dönemi’nde mastabalar ve kaya mezarlarının yapımı da sürdürülmüştür.

    Mastabaların yanında kayalara oyularak yapılan geniş mağara odaları olup duvarları resimlenmiştir. Papirüs başlıklı sütunların üzerinde tavan yer alır. Bu tür yapılara örnek olarak Ben-i Hasan kaya mezarları gösterilmektedir.

Tarihte Çatalhöyük

    Genel olarak çiftçiliğe dayalı yaşamın bu dönemde Anadolu’da görüldüğünü söyleyebiliriz. Evcil hayvanlar, koyun, keçi, sığır ile özellikle birkaç cins buğday ve arpa, burçak, mercimekgiller, bakla ve keten tarımının yapıldığı görülür. Ancak yine de Çatalhöyük’te avcılık ve balıkçılık beslenmede önemli bir yer tutmuştur.

    Av hayvanları arasında özellikle bu günkü sığırdan çok daha büyük olan yaban sığırı, koyunu, eşeği, geyik ve karacanın yanı sıra ayı, tilki, kurt gibi türler ile çeşitli kuş ve balıkların başta badem, çitlembik olmak üzere çeşitli yemişlerin beslenmede önemli bir yer tutuğu anlaşılır.

    Çatalhöyük kazı buluntularıyla ortaya çıkan duvar betimlemeleri ve heykel özelliği taşımaya başlayan kil ya da taştan yapılma küçük heykelcikler, bilmediğimiz bir sanatın ortaya koyulmasının ötesinde o dönemin soyutlama ve dinsel inançlarını öğrenmemiz açısından da önemli bir katkı sağlamaktadır..

    Çatalhöyük duvarlarında görülen betimlemeler bu sanatın arkasında köklü bir geçmişin olduğunu gösterir. Özellikle av sahnelerinde geyiklere verilen hareket, ayrıntıların mükemmelliği ve bunları yakalamaya çalışan insanların konumu son derece başarılı görsel kompozisyonlar oluşturur.

    Çatalhöyük’te bulunan heykelciklerin her biri ayrı kimliği olan ve durağan bir figürden çok belirli bir hareketi, işi anlatmaya özen gösteren figürlerdir. Bazı insan betimlemelerinde harekete öne çıkmış ve tanımsız bir yüz ifadesi verilmişken özellikle taştan yapılanlarda soyut bir gövdenin üzerinde kişiliği olan
anlamlı bir yüz gösterilir.

    Bazı figürlerin üzerinde dövme ya da boyayla yapıldığı anlaşılan bezemeler, kiminde basit kiminde daha gelişkin giysiler bazılarının da hayvan postuna büründüğü görülür. Orta Anadolu Neolitiğinde olduğu kadar hiçbir tarih öncesi toplulukta bu denli bir çeşitlemeye ve anlatım zenginliğine rastlamak mümkün değildir.

Kültepe

    Anadolu’ya gelen Hititlerin kurduğu ilk şehir olan Kültepe, Kayseri sınırları içindedir. Kazılarda çivi yazısıyla yazılmış çeşitli tabletler bulunmuştur.

    Bu dönemin buluntuları arasında kerpiç evler, depolar, mezarlarda ölü armağanları olarak değerli taş ve metallerden takılar, tunç silahlar, kaplar, fildişi tanrıça figürlerine rastlanmıştır. Silindir mühürlerde mitolojik savaş sahneleri; damga mühürlerdeyse geometrik şekiller ve hayvan figürleri yer almaktadır.

Dünyanın Yedi Harikası

Merkezi Paris’te bulunan Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO), Portekiz’in
başkenti Lizbon’da yapılan toplantıda dünyanın yeni yedi harikasını aşağıda belirtildiği gibi ilan
etmiştirler:

1. URDUN’DEKİ PETRA ANTİK KENTİ
    M.Ö. 400-M.S. 106 yıllarına ait kent, Semud Kavmi’ne aittir. Roma savaşçılarının işgaline kadar varlığını sürdüren kent gülkurusu renkli kayalara oyulmuş, muhteşem yapılarıyla dikkat çeker.

2. ÇİN SEDDİ
    M.Ö. 9 bin yıllarına ait setin uzunluğu 10 bin km’den fazladır. Ming Hanedanı Döneminde set, tuğla, toprak ve taş dolu çuvallardan inşa edilmiştir. Görkemli kuleleri, dik merdivenleri, dalga şeklindeki duvarları ile varlığını sürdürmektedir.

3. BREZİLYA'DAKİ KURTARICI İSA HEYKELİ
    Yapımı beş yıl süren heykel 38 m yüksekliğindedir. Brezilyalı Heito da Silva Costa tarafından tasarlanan heykel Fransız heykeltıraş Paul Londowski tarafından yapılmıştır.

4. PERU'DAKİ MACHU PİCCHU ANTİK KENTİ
    İnka İmparatoru Pachacutek tarafından inşa ettirilmiştir. And Dağlarında “Eski Tepe” denilen yerde kurulan şehir, çiçek hastalığının yayılması ile terk edilmiştir.

5. MEKSİKA'DAKİ CHİCHEN İTZAPİRAMİDİ (M.Ö. 800)
    Maya Medeniyetine ait en büyük tapınaktır. Tapınak dokuz katlı olup her bir yönde de 91 basamaklı merdivenleri bulunmaktadır.

6. İTALYA’DAKİ ROMA COLOSSEUM’U (70-80 yılları)
    Yapımına imparator Vestanianus Döneminde başlanmış Titus Döneminde bitirilmiştir. Dört katlı yapının 80 giriş kapısı ve 55 bin seyirci kapasitesi vardır.

7. HİNDİSTAN'DAKİ TACMAHAL ANITI (1632-1653)
    Moğol imparatoru şah Cihan'ın karısı Mümtaz Mahal anısına yaptırdığı mezar anıttır. İnce mermer işçiliği, değerli taşların da yer aldığı bir çok süslemesi ile dikkat çeken bir eserdir.

Caligula "çılgın, kötü ve hasta"

    Tarihçiler liderleri iyi yürekli ve kötü yürekli olarak ayırma uygulamasından çoktandır vazgeçmiş olmalarına rağmen, çoğu insan henüz bunu yapmış değildir. İnsanların kahramanlara, haydutlara ihtiyaçları vardır ve bunların katıksız olmalarını isterler. Bu da bizi Caligula'ya getirir. "insanların nefret etmekten bayıldıkları" Roma imparatoruna.

    Ancak Caligula aleyhinde söylenenlerin çoğu Suetonius ve Dio Cassius'un tarihlerine dayanır ve bunların bilgilerinin çoğu da güvenilir değildir. Caligula'nın suçluları aslanlara attığı, üç  kız kardeşiyle yattığı,

Sanat Eserlerinin Korunması

    Kültür varlıkları olarak kabul edilen tarihi eserler, günümüzde ülkelerin sahip olduğu en önemli zenginlik kaynaklarından biridir. Sanat eserleri yalnız bulundukları ülkenin kültür değerlerini yansıtmakla kalmaz, aynı zamanda tüm insanlığın ortak mirasıdır ve evrenseldir. Bu eserlerin varlığı geçmişin bilinmesinde bize ışık tutar.

    Taşınır ya da taşınmaz bu eserlerin korunması ile insanların ve toplumların, geleceğe uzanırken geçmişteki sosyal ve kültürel farklılıkları veya günümüzde halen devam eden anlayışları kavramaları gerçekleşir. Böylece kültürleri ile bağları canlı tutulan ulusların geleceğe güvenle bakmaları sağlanmış olur.

    Sanat eserlerini bulundukları yerde görmek, farklı kültürleri tanımak ve tanıtmak günümüzde gittikçe gelişten turizm hareketlerinin başlıca nedenlerindendir. Bu zenginliklerin bir turistik ürün oluşturması ve sahip olduğumuz zenginli¤in sergilenmesi, ülkemizi turizm açısından çekici hale getirdiği bir gerçektir.

    Ülke ekonomisi açısından turizm gelirlerinin önemli bir yer tuttuğu göz önüne alınırsa, bu eserlerin nasıl bir kaynak oluşturduğu da ortaya çıkar. Bütün bunlar düşünüldüğünde zenginlik kaynaklarımızı korurken, hem kültürel mirasımızın sürekliliğini sağlamış, hem de turizm yönüyle değerlendirerek ülkemize döviz kazandırmış oluruz.